Kokusuna, tadına doyamadığımız, 40 yıllık hatıra sebep saydığımız o eşsiz içecek olmadan hayatımıza ne kadar devam edebiliriz bilmiyorum.
Hatta bazı plazaların kapısından elinde bir karton Americano’su olmayanı içeri almıyorlar diye duyumlar aldım. Bilmiyorum, belki de almamışımdır. Ama şunu biliyorum, kahvenin olmadığı bir ortamda biz ne evlenebilir, ne de sohbet edebiliriz. Eminim, bir gün kan tahlillerine kafein ölçümü girerse değerler hiç de düşük çıkmayacaktır.
Hal böyle olunca, bu hafta bir ilki gerçekleştirilen kahve festivalinin de katılımcısı pek az olmadı. Bedava kahve ve ikramı duyan İstanbullu, 4 gündür akın akın Galata Rum İlkokulu‘nu ziyaret ediyor. Program oldukça dolu ve merak uyandırıcı gözüküyordu açıkçası. Workshoplar; tadımlar; aralarında Petra, Kronotrop, Moc gibi yeni nesil kahvecilerin bulunduğu standlar; Syphon’lar, Aeropressler, Cold dripperlar kısacası kahve ayağına merak ettiğiniz şeylerin çoğunu bir arada bulabileceğiniz, deneyimlerin yanında seminerlere katılıp tarladan kupaya olan süreci dinleyebileceğiniz bir program söz konusu. Fakat ne yalan söyleyeyim, coffee-geek olma yolunda adımlar atarken bu yolda bir adım ileri attığımı söyleyemeyeceğim dünkü deneyimden sonra. Ne katıldığım seminerlerde ne de workshoplarda… Kalabalıktan kahveyi gözüm gör(e)medi ve çıktım. Hatta güler misiniz ağlar mısınız, çıkıp kendimi sakin kahvecimin kollarına atıp, kahvemi sessizlikte yudumladım. Sonra da bu yazıyı yazdım. Merak ettiyseniz ve gidemediyseniz çekmeyi başardığım bazı fotoğraflar…
Bundan sonra her sene düzenleneceği söylenen festival umarım bir dahaki sefere daha geniş bir mekanda organize olma fikrini düşünür.