O, kahvenin ana vatanı, Afrika’nın incisi, sömürge altında tutulamamış tek Afrika ülkesi… Aşırılıklar diyarı, vahşi ve tatlı Etiyopya adeta canlı bir belgesel programı.
Ülkenin bir köşesinde, topraktan bereket fışkırırken diğer köşesi kuraklıktan çatırdıyor. Başkentin villalarından limuzinler çıkarken, arabaların ulaşamadığı tepelerde ilkel kabileler yaşıyor. 180 farklı etnik grup, binlerce hayvan çeşidi insanlık tarihinin en eski izlerini taşıyor.
Etiyopya’da gün erken başlıyor ve tam anlamıyla yollarda geçiyor. Şehirler de ana yol etrafında sıkça toplanmış evler ve dükkanlardan oluşuyor. Günün ilk ışıklarıya birlikte hayvanlar da insanlar da yürümeye başlıyor; geç saatlere kadar yolculuk devam ediyor. Günde en az 30-40 kilometre… En iyi koşucular boşuna bu coğrafyadan çıkmıyor :)
Addis Ababa ülkenin başkenti. Oldukça kalabalık ve karmaşık bir şehir, yıkıldı yıkılacak gibi gözüken binalar ve inşaatlarla dolu kocaman bir pazar sanki.
Ülkemizde adedini 4 liraya aldığımız avokadonun kilosu 2 liraya alınabiliyor. Hemen hemen her yerde muz bulunuyor. Hepsinin organik olduğunu söylemeye gerek yok sanırım.
Yürümek… Her yere kilometrelerce yürümek… Günlük hayatın büyük bir kısmı yürüyerek geçiyor. Su kuyusuna yürümek, pazara yürümek, hayvanları sürümek için yürümek, toprağı korumak için yürümek, bazen sadece yürümek…
Tarla ortalarında kuş yuvasını andıran şeyler aslında keskin nişancı, canlı korkuluklar için. Tarlaları korumak için çiftçiler buralarda oturuyor. Ekinlerini yağmalayan hayvanları hatta bazen insanları taş atarak kovuyor.
Sokak kenarlarında sık sık terzi tezgahı bulmak mümkün. Açık havanın tadını çıkarmak varken neden içeri hapsolsunlar?..
Şehir içinde ve bazen şehirler arası yolculuklar Bajaj adında minik mavi araçlarla yapılıyor. Motosikletin üzeri kaplanmış gibi duran (aslında gerçekten aynen böyle) bajajlara 6 kişi sığabiliyor. Siz evde denemeyin.
Yıkanmak mı istiyorsunuz? Şehrin ortasından geçen akarsuda güzelce duş alabilirsiniz. Her yerde akarsular yıkamak ve yıkanmak için değerlendiriliyor.
Etiyopya kahvenin anavatanı. Kahve bitkisi (coffea) 700 yıl önce ilk kez bu topraklarda ortaya çıktı ve keşfedildi. Kahve içmek (Yerli adıyla bunna) burada tam anlamıyla bir seremoni. Ağaçlardan taptaze toplanıp kurutulan meyvelerin çekirdekleri önce ayıklanıyor. Sonra yıkanıp, kavruluyor ve öğütülüp pişiriliyor. Kahve sunumunu daima evin kadını yapıyor. Pişirmeden önce yeni kavrulmuş kahve dumanı misafirlere üfleniyor. “Hoşgeldin”in bir parçası. Seremoni yaklaşık 2-3 saat sürüyor. Kavrulmuş buğday eşliğinde ikram ediliyor. Aboul, tona ve bereka buna isminde 3 etabın her biri farklı bir kahve aroması ile karşılaşıyorsunuz. Seremoninin diğer vazgeçilmezleri ise; güzel kokulu bir tütsü, kavrulmuş buğday ve hoş sohbet…
Çoğu aile okaliptüs dallarından ve topraktan yapma evlerde yaşıyor. Evlerin içi salyangoz şeklindeki duvarla üç bölüme ayrılıyor: kiler, mutfak ve büyük oda. Kilden yapma dolaplar, toprak çanaklar, büyük bir fırın ve su kovalarından başka bir de yerden 20-30 cm yüksekliğinde, dallardan yapma yatak… Evin tüm eşyaları bu kadar.
“Hayat yollarda geçiyor” derken, gerçekten HER ŞEY yol üzerinde. İbadet bile… Giderken yolüstü günah çıkarmak mümkün. Yol kenarlarında sık sık küçük büfe tarzı kiliselere rastlanıyor. Bu minik kilise şubelerinin papazları bir yandan sizi kutsarken diğer elleriyle kiliselerine bağış istiyor.
Afar kabilesi, ülkenin en geniş alana yayılmış kabilelerinden biri. Afar kızlarını taktıkları ilginç takılardan tanıyabilirsiniz. Çoğunlukla Müslüman olan kabile göçebe yaşıyor. Saçlarına ılık yağ döküp şekil veriyorlar. Afar kızları yüzlerini kesip dövmeleyerek süslüyorlar. Kabileye dışarıdan birileri gelmediği sürece üstsüz dolaşıyorlar. Göçebe oldukları için pratik şekilde kurulmuş 4-5 kişilik barakalarda yaşıyor; çevrelerinde çokça bulunan bitkilerin yapraklarından iplik örüp satıyorlar. İçlerine yanınızda Afar biri olmadan girmek biraz zor. Bunu tehdit olarak görebilirliyorlar. Beli bıçaklı askerler her an tetikte. Ancak bir kere misafiri olduktan sonra, bilin ki ailelerinden biri oluyorsunuz.
Afar oğlanları Rad’oyta dedikleri geleneksel bir oyun oynuyor. Oyun handball’a çok benziyor. Afar dostumuz ve Ali’nin söylediğine göre Avrupalılar gelip Rad’oyta’dan çok etkilenmişler ve kendi ülkelerinde de oynamaya başlamışlar. Böylece handball’un temelleri atılmış.
Chad yerli halkın yaygınlıkla kullandığı bir çeşit uyuşturucu. Çiğnenerek kullanılan taze bitki, demet demet şehirdeki büfelerde, sokakta insanların koltuk altlarında sürekli karşınıza çıkacaktır. Çoğu Etiyopyalı ona “Milli yiyeceğimiz” diyor.
Gelada baboonları sadece Etiyopya’nın belli yüksek bölgelerinde yaşan eski maymun ailesinden bir maymun türü. İnsanlar ve hayvanlar tarafından uğradıkları saldırılar sayılarını 70’lerden bu yana hızla düşürmüş. Tamamen yerden kopardıkları bitkilerle beslenen Gelada’lar, Oromo kabilesi tarafından güç göstergesi başlıkların yapımı için avlanıyorlar.
Kocaman bir hayvanat bahçesi gibi Etiyopya. Yolda karşınızdan geçen baboonları, yeşilliklere saklanan zebraları, antilopları görebilirsiniz. Sırtlanlarla, avlanmakta olan tilki ve şahinlerle karşılaşabilirsiniz. Bunlar sadece etrafınızda bulabilecekleriniz. Daha da derinlerde aslanlardan hipopotamlara, alabildiğine güzel vahşi bir cennet var. Aktif yanardağları, Nil nehrini besleyen muhteşem şelaleleri, yemyeşil doğal güzellikleri, kahve bahçeleri, ırk ve hayvan çeşitliliğiyle sanki bir belgeselin içinde yaşamak gibi orada olmak. Milyonlarca yıldır insanoğluna ev sahipliği yapmış, milyonlarca hayvan nesli doyuran doğa hala cömertliğini koruyor. Kuraklık da sel de doğal döngünün bir parçası. Şehirleri mahveden afet dediğimiz sel burda doğanın tekrar canlanması demek: Sel, afet değil daha çok bir müjde.
“Ben de gitmek istiyorum” derseniz bunlar da kulağınıza küpe bonuslar: Kalabalık içinde ve meydanlarda kişisel eşyalarınıza dikkat edin. Özellikle mendil veya su satmaya çalışan çocuklar, hırsızlıklarıyla meşhurlar. Uçağınız gece 12’den sonraysa hediyelik eşya faslını havaalanına bırakmayın ya da daha erken gidin. Zira ilginç bir şekilde havalanındaki bütün dükkanlar 12’den sonra kapalı oluyor. Geriye kalan tüm sıkıntılar içinse, chiggeryellum, (“no problem”). Bu bir hayat mottosu. Etiyopya’dan dünyaya armağan bir hayat duruşu…
Tüm fotoğraflar: Ece Eyisoy